The proletarians have nothing to lose but their chains. They have a world to win.
9 Haziran 2020 Salı
Kuantum Fiziğinde Felsefi Meseleler
Bu metni ilk olarak Kuali Analitik Felsefe Dergisi için çevirdim.
Site linki : http://kualiafelsefedergisi.com/2020/06/kuantum-fiziginde-felsefi-meseleler-stanford-felsefe-ansiklopedisi/
29 Ocak 2020 Çarşamba
Metal warmed like ember
140,000 Turkish metal workers, including those in the important automotive and white goods manufacturers, are set to strike in early February after negotiations with the bosses’ organisation broke down.
All of Turkey’s major metalworkers unions, including Turkish Metal Unions, Turk-Metal, Birleşik Metal-İş, decided to strike after an agreement could not be reached in the collective agreement negotiations between the unions and The Turkish Employers’ Association of Metal Industries (MESS).
The MESS responded by making a decision to initiate a lockout. But this is sure to anger the workers even more in some factories. The workers immediately responded by with ongoing partial strikes.
Had the workers accepted the deals proposed by the bosses, they would have been left in a miserable state. That leaves them with no other options than to fight. The original offer of the bosses was a mere 6.4 percent of wage increase over three years. The bosses went on to raise their offer to 8 and then 10 percent. But this would still indicate a decrease in real wages.
In a blatant lie, the MESS stated: "While MESS revised and increased the wage increase offer for the purpose of reconciliation for the second time, Turkish Metals and United Metal-İş strikes decided to change their demands. The wage increase offers of the trade unions are five times the period inflation.’’ Bosses love to carry on lying.
The official inflation rates over the past two years have been at 16.33 and 15.68 percent respectively. The previous agreement was already below the inflation rate, and the new one would cut even further into the living standards of the workers of one of the most profitable industries in Turkey, which brings in more than $30 billion per year. The unions have demanded wage increases between 27 and 34 percent, along with more humane working conditions in a two-year contract. This would merely maintain the present living conditions.
While the bosses are raking in huge profits, the cost of the economic crisis is being passed onto the workers. The poverty limit today stands at around 6,500 Turkish liras, yet the minimum wage is around only 2,300 Turkish liras, leaving millions of workers in a desperate situation. On top of this, all official inflation figures have been manipulated by Erdogan’s government. The real inflation, which is hitting the poorest hardest, is an immeasurable burden on working-class families.
What next?
If an agreement cannot be reached in the collective negotiations, the unions have announced that they will go on strike. Workers will use their power over the production process and try to win their rights. It seems that the agreement will not be reached and a general strike will start as a result. According to Adnan Serdaroğlu, leader of the Birleşik-Metal union, the MESS is placing its trust in the Erdogan government to impose a ban on the strike.
This is what happened in 2018, when failed negotiations led to an overwhelming vote to strike amongst the metal workers. But the strike was banned by government decree shortly before it was to take place.
The metal workers’ movement has been heating up for a number of years. In 2015, a series of radical wildcat strikes in the sector led to widespread concessions by the bosses. Back then, the workers were not only striking against the bosses but also against the leaders of Türk Metal, which is an affiliate to Türk-is: a semi-statal union. While the leadership of Türk-is are on the right-wing of the labour movement, the union’s semi-official status means that it is the biggest union with more than a million members. The fact that Türk-is is now officially supporting these strikes is an indication of the pressure building up underneath the surface of society. The Türk-is are putting themselves at the head of the movement in order to slow it down and prevent it from becoming a threat to the regime.
It’s getting hot
Following the failed negotiations, hundreds of thousands of workers have joined rallies around the country. Speaking at a mass rally in Genze, Adnan Serdaroglu, the leader of the Birleşik-Metal said: “we create the wealth and want our share.” The workers accompanied the rally with their enthusiastic slogans: “We will not be the slaves of the bosses” and “this is just the beginning, continue the struggle!”
Turkey’s key position as a low-wage country on the borders of Europe was the basis of the economic boom, which lasted more-or-less uninterrupted from 2002 to 2012. This boom was in turn the economic basis for the relative social stability of the Erdogan regime. But as the world economic crisis began to filter through to the Turkish economy, all of this has started to unwind. The ruling class has attempted many diversions, such as the wars on the Kurds in Turkey, in Syria and sending troops to Libya. But these measures cannot stem the rising tide of anger. A small sign of this anger was shown in the defeat of the AKP the largest cities of Turkey in last year’s local elections. Now we see how the working class is also beginning to move.
All of this anticipates the bitter class struggles of the future. The Turkish working class is the largest and most powerful working class of the Middle East. When it moves, it will send shockwaves far beyond the borders of Turkey, signalling a new stage in the class struggle throughout the whole region.
Efe Niğdelioğlu and Hamid Alizadeh
15 Eylül 2019 Pazar
Yeni akademi üzerine
Geçen yüzyılın başlarında ‘’ Artık hiç kimse, tam bir
uzmanlaşmaya dayanmadan bilim alanında yetkin bir şeyler
yaptığından emin olamaz’’ diyordu Weber, gerçekten de öyle
oldu, bilimler büyük gelişim katetti ve kategorileşti. Görünüşe
göre artık tek bir alanda bile uzmanlaşmak için uzun yıllar
gerekiyor ve böylelikle birbirlerini anlayamayan akademisyenler,
kendi alanlarının dışında başka bir şeyle ilgilenmez oluyor;
genelin kuramını arayan eski bilginler, yerini senede bilmem kaç
tane makale yazmak zorunda olan akademisyenlere bırakıyor. Bundan
böyle teoloji okuyup matematiğe yönelen Riemann yok, ya da maden
mühendisliği okuyup matematiğin devlerinden birisine dönüşen
Poincare de yok. Artık lisans birinci sınıftan itibaren özelleşen,
ya kapitalist üretimin gereksinimlerini karşılamak için
yetiştirilmiş mimar, mühendisler ya da bu yeni türeyen akademinin
ihtiyaçları için köleleşen öğrenciler var. Spinoza’nın ‘’
libido sciendi’’ si, yerini kapitalist gelişmenin çıkarlarının
zorladığı akademik bir iş bölümüne bıraktı. Akademi artık
Almanların deyimiyle ‘’fachidiot’’ denilen, meslekleri
haricinde başka bir şeyden anlamayan profesyonel aptallar ile
dolmaya başladı. Gerçekliğin bir bütün olduğunu unutup
multidisipliner olmayı bir kenara bıraktık ve birbirlerini
anlayamayan, kendilerine özgü kavramları olan ‘’ bilim
dalları ‘’ üretmeye başladık. Bu durumun farklı sebepleri
olsa da en etkilisi bilimi, sadece ihtiyaçları karşılayan mekanik
bir üretim biçimine dönüştüren kapitalist iş bölümüdür;
halbuki bilim saf bir entelektüel ilgiden, bir anlama çabasından
beslenmelidir. Biçimin, içeriğin önüne geçtiği bu dönemlerde,
aslında hiçbir şey ifade etmeyen ağdalı cümlelerle yazılmış
tezler, kitaplar, makaleler etrafımızı sararken, bu epistemolojik
keşmekeş içerisinde kendimizi ve dış dünyayı anlamdırmamız
iyice zorlaşırken en genelin kuramını aramak ve sentezci çabalar
utanılacak bir şeye dönüştü; yerini ise akademik barbarlık
aldı, halktan ve sadelikten uzak bir bilimler topluluğu ortaya
çıktı. Bu barbarlık özellikle sosyal bilimlerde kendisini daha
çok gösteriyor; bir problemin en basit, en temel cevabı aranmıyor,
sadece entelektüel bir gevezelik yapılıyor. Akademisyenlik bir
yaşam tarzından ziyade mesleğe dönüştüğünden beri
yeteneksizliğini gizlemeye çalışan bu ‘’meslek sahipleri’’
ağır jargonların arkasına gizlenmeye devam ediyor.
1 Mayıs 2019 Çarşamba
Kıdem Tazminatı Fonu oyunu
Kıdem
Tazminatı Fonu oyunu
Gün geçmiyor ki
sermaye sınıfı ve işbirlikçi siyasi çeteler işçi sınıfının
kazanılmış haklarını gasp etmeye kalkmasın, şimdi ise sıra
kıdem tazminatı hakkına geldi. Öncelikle şunu bilelim, hükümet
ne kadar kıdem tazminatının patronlar için bir yük olduğunu ve
işçilerin kıdem tazminatlarını alamadığını bahane etse de
asıl amaç hazinenin verdiği açıkları kapatmaktır. Anlaşılan
çaldıklarının faturasını gene işçi sınıfına kesecekler.
Hükümetin yalanına göre, işçilerin %15-20 lik kesimi kıdem
tazminatını alabiliyormuş! Sendikalar bu oranın gerçek dışı
olduğunu açıkladılar bile.
Türkiye’de ilk
olarak 1936 yılında kazanılan kıdem tazminatı hakkının gaspı
ilk olarak 1954 yılında gündeme gelmiş, daha sonra tekrar tekrar
tartışılmıştır. 12 eylül darbesinden iki hafta sonra Vehbi
Koç’un Kenan Evren’e yazdığı mektuptan bir kesit durumu
özetlemektedir. ‘’ “5-
Kıdem tazminatı karşılıkları kurulacak bir fonda toplanmalıdır.
İşçilere ödenecek yıllık miktarlar ayrıldıktan sonra, geriye
kalan kısım kamu ve özel sektör yatırımları için düşük
faizle kullandırılmalı ve bu fonun yeni işgücü yaratması
sağlanmalıdır.’’
Bir
de Bülent Eczacıbaşı’nın 2000 yılında yaptığı bir
röportaja bakalım. "Kıdem
tazminatı, işsizlik sigortası ve iş güvencesinin birlikte ele
alınmasını isteyen Eczacıbaşı: 'Bunlar kazanılmış haklardır
dokunamazsınız, şimdi yeni hakları bunlara ilave edelim' derseniz
bu yatırımcıları caydırır."
Şimdi
ise AKP çetesinin Yeni Ekonomi Programı adı altında işçi
sınıfının kıdem tazminatı hakkını gasp etmeye kalktığını
görüyoruz. Onlara göre iki sınıfın da ortak çıkarları söz
konusu ama gelin görün ki kıdem tazminatının fona devredilmesi,
sadece patronlara ve bu fonu işletecek olanlara yarıyor.
Kısaca
mevcut kıdem tazminatı ve getirilmesi düşünülen yeni kıdem
tazminatı fonu uygulamasına bakalım. Mevcut
kıdem tazminatı uygulamasında işçinin
alacağı tazminat, her yıl işçinin aylık brüt maaşı
şeklindedir. Eğer
işçinin aylık brüt maaşı 3.000 Tl
ise
on
sene sonunda 30.000 Tl kıdem tazminatı hakkı olur. Kıdem
tazminatı hakkından faydalanabilmesi içinse en az bir
sene
çalışmış olması gerekir. 1457 sayılı iş kanunu madde 14’de
kıdem tazminatının hak kazanılmasını sağlayan sebepler
şöyledir:
1)
İşverenin haklı bir sebep olmadan işten çıkartması
2)
İşçinin haklı sebeplerle işten çıkması
3)
Zorunlu askerlik hizmetinden dolayı
4)
Emeklilik nedeniyle
5)
Yaş harici diğer emeklilik şartlarının yerine getirilmesiyle
6)
Kadın işçinin evlenmesi
7)
İşçinin ölümü
Yeni
uygulamada ise artık patronlar her ay belli bir parayı fona
yatıracak ve bu para
yetkililer
tarafından işletilecek! Yeni sistemde ise tazminattan
faydalanabilmek için gereken sebepler üçe
düşürülmüştür.
1)
15 sene sonra o da mülk alırken tazminatın yarısı olacak şekilde
2)
Emeklilikte
3)
Ölünce
Hükümete
sorarsanız onlar işçiyi düşünüyor. Hatta
takvim gazetesi ekonomi müdürü yandaş Faruk Erdem A haber’e
verdiği röportajda ‘’
Tazminat alabilmek için artık
bir
yıl beklemek gerekmeyecek ‘’
diyerek kelime oyunlarıyla algı yaratmanın dozunu kaçırmıştır.
İşçi sınıfı bu çetelere sizin karşısınızda salak yok
cevabını vermelidir. Evet artık tazminat alabilmek için en az on
beş
sene beklemek gerekecek o da yarısı olacak ya
da işçi tazminat hakkını emeklilikte veya öldüğünde
alabilecek.
1) https://docdro.id/kHX1YvR
1) https://docdro.id/kHX1YvR
Kaydol:
Yorumlar (Atom)