Geçen yüzyılın başlarında ‘’ Artık hiç kimse, tam bir
uzmanlaşmaya dayanmadan bilim alanında yetkin bir şeyler
yaptığından emin olamaz’’ diyordu Weber, gerçekten de öyle
oldu, bilimler büyük gelişim katetti ve kategorileşti. Görünüşe
göre artık tek bir alanda bile uzmanlaşmak için uzun yıllar
gerekiyor ve böylelikle birbirlerini anlayamayan akademisyenler,
kendi alanlarının dışında başka bir şeyle ilgilenmez oluyor;
genelin kuramını arayan eski bilginler, yerini senede bilmem kaç
tane makale yazmak zorunda olan akademisyenlere bırakıyor. Bundan
böyle teoloji okuyup matematiğe yönelen Riemann yok, ya da maden
mühendisliği okuyup matematiğin devlerinden birisine dönüşen
Poincare de yok. Artık lisans birinci sınıftan itibaren özelleşen,
ya kapitalist üretimin gereksinimlerini karşılamak için
yetiştirilmiş mimar, mühendisler ya da bu yeni türeyen akademinin
ihtiyaçları için köleleşen öğrenciler var. Spinoza’nın ‘’
libido sciendi’’ si, yerini kapitalist gelişmenin çıkarlarının
zorladığı akademik bir iş bölümüne bıraktı. Akademi artık
Almanların deyimiyle ‘’fachidiot’’ denilen, meslekleri
haricinde başka bir şeyden anlamayan profesyonel aptallar ile
dolmaya başladı. Gerçekliğin bir bütün olduğunu unutup
multidisipliner olmayı bir kenara bıraktık ve birbirlerini
anlayamayan, kendilerine özgü kavramları olan ‘’ bilim
dalları ‘’ üretmeye başladık. Bu durumun farklı sebepleri
olsa da en etkilisi bilimi, sadece ihtiyaçları karşılayan mekanik
bir üretim biçimine dönüştüren kapitalist iş bölümüdür;
halbuki bilim saf bir entelektüel ilgiden, bir anlama çabasından
beslenmelidir. Biçimin, içeriğin önüne geçtiği bu dönemlerde,
aslında hiçbir şey ifade etmeyen ağdalı cümlelerle yazılmış
tezler, kitaplar, makaleler etrafımızı sararken, bu epistemolojik
keşmekeş içerisinde kendimizi ve dış dünyayı anlamdırmamız
iyice zorlaşırken en genelin kuramını aramak ve sentezci çabalar
utanılacak bir şeye dönüştü; yerini ise akademik barbarlık
aldı, halktan ve sadelikten uzak bir bilimler topluluğu ortaya
çıktı. Bu barbarlık özellikle sosyal bilimlerde kendisini daha
çok gösteriyor; bir problemin en basit, en temel cevabı aranmıyor,
sadece entelektüel bir gevezelik yapılıyor. Akademisyenlik bir
yaşam tarzından ziyade mesleğe dönüştüğünden beri
yeteneksizliğini gizlemeye çalışan bu ‘’meslek sahipleri’’
ağır jargonların arkasına gizlenmeye devam ediyor.
15 Eylül 2019 Pazar
1 Mayıs 2019 Çarşamba
Kıdem Tazminatı Fonu oyunu
Kıdem
Tazminatı Fonu oyunu
Gün geçmiyor ki
sermaye sınıfı ve işbirlikçi siyasi çeteler işçi sınıfının
kazanılmış haklarını gasp etmeye kalkmasın, şimdi ise sıra
kıdem tazminatı hakkına geldi. Öncelikle şunu bilelim, hükümet
ne kadar kıdem tazminatının patronlar için bir yük olduğunu ve
işçilerin kıdem tazminatlarını alamadığını bahane etse de
asıl amaç hazinenin verdiği açıkları kapatmaktır. Anlaşılan
çaldıklarının faturasını gene işçi sınıfına kesecekler.
Hükümetin yalanına göre, işçilerin %15-20 lik kesimi kıdem
tazminatını alabiliyormuş! Sendikalar bu oranın gerçek dışı
olduğunu açıkladılar bile.
Türkiye’de ilk
olarak 1936 yılında kazanılan kıdem tazminatı hakkının gaspı
ilk olarak 1954 yılında gündeme gelmiş, daha sonra tekrar tekrar
tartışılmıştır. 12 eylül darbesinden iki hafta sonra Vehbi
Koç’un Kenan Evren’e yazdığı mektuptan bir kesit durumu
özetlemektedir. ‘’ “5-
Kıdem tazminatı karşılıkları kurulacak bir fonda toplanmalıdır.
İşçilere ödenecek yıllık miktarlar ayrıldıktan sonra, geriye
kalan kısım kamu ve özel sektör yatırımları için düşük
faizle kullandırılmalı ve bu fonun yeni işgücü yaratması
sağlanmalıdır.’’
Bir
de Bülent Eczacıbaşı’nın 2000 yılında yaptığı bir
röportaja bakalım. "Kıdem
tazminatı, işsizlik sigortası ve iş güvencesinin birlikte ele
alınmasını isteyen Eczacıbaşı: 'Bunlar kazanılmış haklardır
dokunamazsınız, şimdi yeni hakları bunlara ilave edelim' derseniz
bu yatırımcıları caydırır."
Şimdi
ise AKP çetesinin Yeni Ekonomi Programı adı altında işçi
sınıfının kıdem tazminatı hakkını gasp etmeye kalktığını
görüyoruz. Onlara göre iki sınıfın da ortak çıkarları söz
konusu ama gelin görün ki kıdem tazminatının fona devredilmesi,
sadece patronlara ve bu fonu işletecek olanlara yarıyor.
Kısaca
mevcut kıdem tazminatı ve getirilmesi düşünülen yeni kıdem
tazminatı fonu uygulamasına bakalım. Mevcut
kıdem tazminatı uygulamasında işçinin
alacağı tazminat, her yıl işçinin aylık brüt maaşı
şeklindedir. Eğer
işçinin aylık brüt maaşı 3.000 Tl
ise
on
sene sonunda 30.000 Tl kıdem tazminatı hakkı olur. Kıdem
tazminatı hakkından faydalanabilmesi içinse en az bir
sene
çalışmış olması gerekir. 1457 sayılı iş kanunu madde 14’de
kıdem tazminatının hak kazanılmasını sağlayan sebepler
şöyledir:
1)
İşverenin haklı bir sebep olmadan işten çıkartması
2)
İşçinin haklı sebeplerle işten çıkması
3)
Zorunlu askerlik hizmetinden dolayı
4)
Emeklilik nedeniyle
5)
Yaş harici diğer emeklilik şartlarının yerine getirilmesiyle
6)
Kadın işçinin evlenmesi
7)
İşçinin ölümü
Yeni
uygulamada ise artık patronlar her ay belli bir parayı fona
yatıracak ve bu para
yetkililer
tarafından işletilecek! Yeni sistemde ise tazminattan
faydalanabilmek için gereken sebepler üçe
düşürülmüştür.
1)
15 sene sonra o da mülk alırken tazminatın yarısı olacak şekilde
2)
Emeklilikte
3)
Ölünce
Hükümete
sorarsanız onlar işçiyi düşünüyor. Hatta
takvim gazetesi ekonomi müdürü yandaş Faruk Erdem A haber’e
verdiği röportajda ‘’
Tazminat alabilmek için artık
bir
yıl beklemek gerekmeyecek ‘’
diyerek kelime oyunlarıyla algı yaratmanın dozunu kaçırmıştır.
İşçi sınıfı bu çetelere sizin karşısınızda salak yok
cevabını vermelidir. Evet artık tazminat alabilmek için en az on
beş
sene beklemek gerekecek o da yarısı olacak ya
da işçi tazminat hakkını emeklilikte veya öldüğünde
alabilecek.
1) https://docdro.id/kHX1YvR
1) https://docdro.id/kHX1YvR
Kaydol:
Yorumlar (Atom)