15 Eylül 2019 Pazar

Yeni akademi üzerine


Geçen yüzyılın başlarında ‘’ Artık hiç kimse, tam bir uzmanlaşmaya dayanmadan bilim alanında yetkin bir şeyler yaptığından emin olamaz’’ diyordu Weber, gerçekten de öyle oldu, bilimler büyük gelişim katetti ve kategorileşti. Görünüşe göre artık tek bir alanda bile uzmanlaşmak için uzun yıllar gerekiyor ve böylelikle birbirlerini anlayamayan akademisyenler, kendi alanlarının dışında başka bir şeyle ilgilenmez oluyor; genelin kuramını arayan eski bilginler, yerini senede bilmem kaç tane makale yazmak zorunda olan akademisyenlere bırakıyor. Bundan böyle teoloji okuyup matematiğe yönelen Riemann yok, ya da maden mühendisliği okuyup matematiğin devlerinden birisine dönüşen Poincare de yok. Artık lisans birinci sınıftan itibaren özelleşen, ya kapitalist üretimin gereksinimlerini karşılamak için yetiştirilmiş mimar, mühendisler ya da bu yeni türeyen akademinin ihtiyaçları için köleleşen öğrenciler var. Spinoza’nın ‘’ libido sciendi’’ si, yerini kapitalist gelişmenin çıkarlarının zorladığı akademik bir iş bölümüne bıraktı. Akademi artık Almanların deyimiyle ‘’fachidiot’’ denilen, meslekleri haricinde başka bir şeyden anlamayan profesyonel aptallar ile dolmaya başladı. Gerçekliğin bir bütün olduğunu unutup multidisipliner olmayı bir kenara bıraktık ve birbirlerini anlayamayan, kendilerine özgü kavramları olan ‘’ bilim dalları ‘’ üretmeye başladık. Bu durumun farklı sebepleri olsa da en etkilisi bilimi, sadece ihtiyaçları karşılayan mekanik bir üretim biçimine dönüştüren kapitalist iş bölümüdür; halbuki bilim saf bir entelektüel ilgiden, bir anlama çabasından beslenmelidir. Biçimin, içeriğin önüne geçtiği bu dönemlerde, aslında hiçbir şey ifade etmeyen ağdalı cümlelerle yazılmış tezler, kitaplar, makaleler etrafımızı sararken, bu epistemolojik keşmekeş içerisinde kendimizi ve dış dünyayı anlamdırmamız iyice zorlaşırken en genelin kuramını aramak ve sentezci çabalar utanılacak bir şeye dönüştü; yerini ise akademik barbarlık aldı, halktan ve sadelikten uzak bir bilimler topluluğu ortaya çıktı. Bu barbarlık özellikle sosyal bilimlerde kendisini daha çok gösteriyor; bir problemin en basit, en temel cevabı aranmıyor, sadece entelektüel bir gevezelik yapılıyor. Akademisyenlik bir yaşam tarzından ziyade mesleğe dönüştüğünden beri yeteneksizliğini gizlemeye çalışan bu ‘’meslek sahipleri’’ ağır jargonların arkasına gizlenmeye devam ediyor.

1 Mayıs 2019 Çarşamba

Kıdem Tazminatı Fonu oyunu


Kıdem Tazminatı Fonu oyunu


Gün geçmiyor ki sermaye sınıfı ve işbirlikçi siyasi çeteler işçi sınıfının kazanılmış haklarını gasp etmeye kalkmasın, şimdi ise sıra kıdem tazminatı hakkına geldi. Öncelikle şunu bilelim, hükümet ne kadar kıdem tazminatının patronlar için bir yük olduğunu ve işçilerin kıdem tazminatlarını alamadığını bahane etse de asıl amaç hazinenin verdiği açıkları kapatmaktır. Anlaşılan çaldıklarının faturasını gene işçi sınıfına kesecekler. Hükümetin yalanına göre, işçilerin %15-20 lik kesimi kıdem tazminatını alabiliyormuş! Sendikalar bu oranın gerçek dışı olduğunu açıkladılar bile.
Türkiye’de ilk olarak 1936 yılında kazanılan kıdem tazminatı hakkının gaspı ilk olarak 1954 yılında gündeme gelmiş, daha sonra tekrar tekrar tartışılmıştır. 12 eylül darbesinden iki hafta sonra Vehbi Koç’un Kenan Evren’e yazdığı mektuptan bir kesit durumu özetlemektedir. ‘’ 5- Kıdem tazminatı karşılıkları kurulacak bir fonda toplanmalıdır. İşçilere ödenecek yıllık miktarlar ayrıldıktan sonra, geriye kalan kısım kamu ve özel sektör yatırımları için düşük faizle kullandırılmalı ve bu fonun yeni işgücü yaratması sağlanmalıdır.’’ Bir de Bülent Eczacıbaşı’nın 2000 yılında yaptığı bir röportaja bakalım. "Kıdem tazminatı, işsizlik sigortası ve iş güvencesinin birlikte ele alınmasını isteyen Eczacıbaşı: 'Bunlar kazanılmış haklardır dokunamazsınız, şimdi yeni hakları bunlara ilave edelim' derseniz bu yatırımcıları caydırır." 
Şimdi ise AKP çetesinin Yeni Ekonomi Programı adı altında işçi sınıfının kıdem tazminatı hakkını gasp etmeye kalktığını görüyoruz. Onlara göre iki sınıfın da ortak çıkarları söz konusu ama gelin görün ki kıdem tazminatının fona devredilmesi, sadece patronlara ve bu fonu işletecek olanlara yarıyor.

Kısaca mevcut kıdem tazminatı ve getirilmesi düşünülen yeni kıdem tazminatı fonu uygulamasına bakalım. Mevcut kıdem tazminatı uygulamasında işçinin alacağı tazminat, her yıl işçinin aylık brüt maaşı şeklindedir. Eğer işçinin aylık brüt maaşı 3.000 Tl ise on sene sonunda 30.000 Tl kıdem tazminatı hakkı olur. Kıdem tazminatı hakkından faydalanabilmesi içinse en az bir sene çalışmış olması gerekir. 1457 sayılı iş kanunu madde 14’de kıdem tazminatının hak kazanılmasını sağlayan sebepler şöyledir:

1) İşverenin haklı bir sebep olmadan işten çıkartması
2) İşçinin haklı sebeplerle işten çıkması
3) Zorunlu askerlik hizmetinden dolayı
4) Emeklilik nedeniyle
5) Yaş harici diğer emeklilik şartlarının yerine getirilmesiyle
6) Kadın işçinin evlenmesi
7) İşçinin ölümü

Yeni uygulamada ise artık patronlar her ay belli bir parayı fona yatıracak ve bu para yetkililer tarafından işletilecek! Yeni sistemde ise tazminattan faydalanabilmek için gereken sebepler üçe düşürülmüştür.

1) 15 sene sonra o da mülk alırken tazminatın yarısı olacak şekilde
2) Emeklilikte
3) Ölünce

Hükümete sorarsanız onlar işçiyi düşünüyor. Hatta takvim gazetesi ekonomi müdürü yandaş Faruk Erdem A haber’e verdiği röportajda ‘’ Tazminat alabilmek için artık bir yıl beklemek gerekmeyecek ‘’ diyerek kelime oyunlarıyla algı yaratmanın dozunu kaçırmıştır. İşçi sınıfı bu çetelere sizin karşısınızda salak yok cevabını vermelidir. Evet artık tazminat alabilmek için en az on beş sene beklemek gerekecek o da yarısı olacak ya da işçi tazminat hakkını emeklilikte veya öldüğünde alabilecek.


1) https://docdro.id/kHX1YvR